31 Temmuz 2007 Salı

SEMBOLIZM

SEMBOLIZM
Odilon Redon(1840-1916)
Pierre Puvis de Chavannes(1824-1898)
Gustave Moreau(1826-1898)
Giovanni segantini(1858-1899)
19. y.y. da gelişen materyalist ve sanayi asığı anlayışa tepki olarak ortaya çıkmıştır. içinde bulunduğu cebin ve zor şartlara bir tepki olduğu kadar bu cağın gerçeklerinden bir tür kaçışı da beraberinde getirmiştir. 1886 da ortaya çıkan bu akım empresyonizmin izlenimci gerçekçiliği kadar diğer anlayışların maddeci tavrına karşılık duygu ve hayalci bir iç duyarlılığın önem taşıdığı ifadeci ve anlatımcı bir tavırla belirginleşti. Hayatin karanlık ve çarpık yönlerini hayalci bir düşünceyle yenileyen sembolistler romantik sanata yaklaşan bir konu seçimine sahipti.
Eski Grekçe “Sumbolan” den çıkmış olan “symbol” sözcüğü konuşma dilinde “timsal, belirti, simge” anlamlarına gelir. Bu anlamıyla Türkçe’ye de geçmiştir. Sonradan “sembolist” denilen şairleri başlangıçta “Dekadan” ( décadent ) diye anıldılar. Bu sıfat, küçümsemek için onlara alaycı hasımları tarafından verilmişti. “Soysuzlaşmış, züppe, düşük vb.” gibi anlamlara gelen dekadan sıfatı bizde de Ahmet Mithat Efendi tarafından, Serveti fünuncuları kınamak kasdiyle harcanmıştır. Sembolizm, 1885 1902 yıllarında Avrupa’ da tutunmuş ve tepkilerini bilhassa “yeni akımlar” a geçirmiş önemli bir şiir yoludur. Sembolizmi Yaratan Çevre ; Görüldüğü gibi, edebiyatta pozitivizmi ve ilmi görüşü yansıtmak isteyen, Realizm, Natüralizm, Parnasizm gibi akımlar, 1890 yıllarında tavsamış, bezginlik vermeye başlamıştır. Bir fizik ötesi, bir ruh ve yücelik olduğuna artık inanılıyordu. O halde, sanatta, gövdeden ruha, maddeden mânâya, kalıptan öze doğru bir dönüş olmalıydı. Şuur – altı, kayıp ve gizli âleme bir merak seziliyordu. Aklın ve deneyin asla giremeyeceği alanlar olduğunu söyleyerek müsbet ilme baş kaldıran sanatçılar görülüyordu. Alman filozofu Chopenhauer (1788 – 1860) in her olayı gizli rüyalar, hayalî ve sırlı şeyler gibi ele alan felsefesi, 19. yy. sonu Avrupa gençlerini sarmaya başlamıştı. İlimden, ve aydınlıktan kaçıp, yarı karanlığa ve belirsiz sezgilere kaymak özlemi, biraz bu filozoftan geliyordu. Sembolizmin Görüşleri : Sembolizm, sadece bir şiir akımıdır, denebilir. Gerçi M. Maeterlinck sembolist görüşleri tiyatroya da uygulamıştır ve piskolojik roman az çok sembolizmin yarattığı sayılabilir ama, bu akımın asıl konusu şiirdir. Şiir görüşleri ile sembolizm, romantizme az çok bir dönüş manzarası verir. Ancak, o zamana kadar kökleşmiş ve alışılmış bütün şiir tarzlarına bir isyanda sayılmalıdır. Klasikler şiiri, akıl ve mantığa uyar konuların güzel bir anlatımı gibi görmüşlerdi. Romantikler, dizginsiz hayal ve heyecanların coşkun ifadesi saydılar. Parnasçılar, dış alemin ve pitoreskin tesbitine şiir adı verdiler. Aslında bu görüşlerin hepsi, açık düşünceye dayanıyordu. Sembolistler, bütün bunların nesirle de yapılabileceğini iddia ettiler. Onlar, insanda, karanlık içgüdülerden anlatılmaz coşkunluktan ve sırlı kuvvetlerden bileşik bir âlem buluyorlardı. Bu kavramların üstünde kafa yormaya kalksak hepsi kaybolacak ve basitleşecekti. Bu duyuşlar, açık dille,aydın mecazlarla anlatılamazdı, bir geometri içine konamazdı. Çünkü koku ve ezgiye benzeyen gerçek duyarlık akılla anlaşılamaz belki sezilirdi. Birtakım sırlı izlenimlerimiz günlük mantık ile birbirine bağlanmaz. Belki aralarında rüyalardaki gibi belirsiz kavşak noktaları olabilir. İşte sembolik şiir bu sırlı duyuşların ve kavşak noktalarının, zekâ süzgecinden geçmeyen, dolaysız bir ifadesi olmalıdır. Bu kaygan ve belirsiz şiir yolunu tutabilmek için, o zamana kadar görülen biçim ve muhteva anlayışlarını yıkmak gerekirdi. Nitekim, sembolistler önce şiirin biçimini sarstılar. Yepyeni duygular, eski nazım kurallarıyla anlatılamazdı. Şiirin belli bir biçimi olmamalı, onu şairlerin dehaları yaratmalıydı. Vezin, kafiye, üslûp kayıtları , ard plâna atılmamalıydı. Vezinde serbest nazım (le vers libre) kullandılar. Durgu, hece ve kafiye anlayışını değiştirdiler. Anlamsıza varan duyguları ve sırları belirsiz tarzda ifade edebilmek için, dilbilgisi mantığının ve alışılmış sözdiziminin bile dışına çıktılar. Bunu sağlamak için günlük konuşma diline yeni anlam yükleri kattılar ya da büsbütün başka söz kalıpları icad ederek özel bir şiir dili yarattılar. Asıl yeniliği muhtevada gösterdiler. Bu hususta, parnasçılarla taban tabana zıt bulunuyorlardı. Onlara inat,şiiri plâstik ve pitoresk bir sanat saymayıp, sanki kelimelerle notalanan kendine öz bir musiki gibi tuttular. Sembolizmin öncülerinden Verlaine “Şiir Sanatı” manzumesinde : “Musiki her şeyden önce musiki !” diyordu. Bizde Ahmet Haşim’ de: “Sözden ziyade musikiye yakın bir lisanla şiir söylemek istiyordu. Öyle bir şiir dili ki, kulaktan çok dile seslenmeliydi. O da musiki gibi, açık ve seçik hiç bir şey söylemediği halde pek çok şey telkin etmeli, sezdirmeli, duyurmalıydı.Zaten iyi bir şiirde, sözcüklerin anlamları değil, ses bakımından değerleri mühimdir. Önce hissi bulmalı. Sonra bir âhenk içinde onu sezdirecek kelimeleri seçmeleridir.
Ruh maddeden önce gelir. Öncüler Sembolizmin kaynaklarında ön rafaelcilik(le préraphaélisme) Sanatçılar ve sembolist resmin büyük izlekleri(temaları) resme yapısal sağlamlığı kazandırmaya çalışan sanatçılar Renoir Vincent Van Gogh Michelangelo Kendilerini düş kurmaya alışkın ilan edenler ve XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başı dönemin gerçek şair ve sanatçılarında ve yaratıcı imgelenmeleriyle besledikleri belirli bir kişisel ve başkalarına devredilemez derinliğe Sembolizm adı verilmiştir. İmgelem deyimi özellikle bu tanımda kullanılmaktadır, çünkü bu kavram bütün gücünü düş deyiminin özgürce simgelediği şeylerle uyum halinde olmasından almaktadır. Bir yaratıcının imgelem gücü ne yerleşik kurallardan, ne benimsenmiş örneklerden, ne de zorunlu kaynaklardan yararlanır. Hiç kuşkusuz, her zaman ve bütün sanat akımlarından sanatsal yaratının başlıca etkeni olduğu kanıtlanabilir; ama Sembolizm’de, anlayış ve estetiğin imgelemin ağır basan belirgin niteliğinin özellikle bilinçli ve ısrarlı bir doğrulama görülmektedir. 19. yüzyılın ortasına gelindiğinde Fransa’da önemli bir sanat değişimine tanık olunur. Aralarında Rusya’nın da yer aldığı bütün Avrupa ülkelerinde, Anglosakson ve Latin Amerikada ve ayrıca Amerika’nın Fransızca konuşulan kesimlerinde ortaya çıktı. Bütün bir dönem, insanın kullandığı değişik türlerde, hiç kuşkusuz şiir ve düz yazı olarak en başta dilsel anlatım biçimlerinde, bunların biçimsel dönüşümlerinde, yasak bilişim ve karışımlarında, tiyatronun ve felsefi düşüncenin yeniliklerinde hep dile getirildi. Ve bütün öteki anlatım biçimlerinde, yani resim, heykel, grafik ve dekoratif sanatlar, taşbaskısı, mobilya, mimari ve müzikte aynı şeyler yaşandı. İnsan dehasının evrensel tarihinin belli bir anında yavaş yavaş oluşan tinsel bütünlüğün, aynı dönemin toplumunun düş’ün dik kafalı tutkuların girişim ve davranışlarını indirgediğini ileri sürdüğü şu uslu ve görenekçi süreçten ne kadar uzak bulunduğunu bu olguda görmekteyiz. Bu dönemde Paris Güzel Sanatlar Akademisi, yeniden kurulan krallığın desteğiyle sanatı yozlaşmış, yaratıcılığını yitirmiş bir yola zorlamaktadır. Klasik heykel kopyalarını yıllar yılı resimlemekten bıkan kimi sanatçılar, öğrenimi bırakıp kırlara açılır, çevre köylere yerleşirler. Barbizon köyünde toplaşan, gün boyu doğadan manzaralar betimleyen bu sanatçıların yaklaşımı “Barbizon üslubu” diye adlandırılmıştır. Theodore Rousseau ve Corot, bu üslubun önemli sanatçılarıdır. Ancak değişimi başlatan asıl olay 1863 yılında patlak vermiştir. O yılın sonbaharında Akademi’nin açtığı yıllık sergiye katılan bir bölük genç sanatçının 781 yapıtını jüri geri çevirmiştir. Haksızlığa uğrayan sanatçılar bir dilekçeyle Napoleone’a başvurmuşlar, kral da onların yapıtlarını bir başka salonda sergilemelerine izin vermiştir.

Etiketler:

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa